Çözüm Süreci

Eklenme Tarihi : 6.02.2020 | Okunma Sayısı : 3520

Kamuoyunda; Gladio, Kontrgerilla ve Derin Devlet kod adları ile anılan “askeri çete” özellikle 1960’lı yıllardan beri çeşitli isimler altında kurduğu ve yönettiği terör örgütleri kanalıyla topluma ve siyasete yön veriyor, toplumu dizayn ediyor ve iktidarını sürdürüyor.

1960’lı yıllardan bu yana yaşanan darbeler incelendiğinde; darbeciler ile terör örgütlerinin birlikte çalıştıklarını, darbe süreçlerinde terör olaylarının ve faili meçhul cinayetlerin artış gösterdiğini kolayca göreceksiniz. Zira, terörün kullanılma amaçlarından biri de ülkede istikrarsızlık yaratarak darbelere zemin hazırlamak.

Türkiye’yi perde gerisinden yöneten Masonların ve Sabetayistlerin Derin Devleti –ki uluslar arası Siyonist çete ile irtibatlı çalışıyorlar- Bu toprakların asli unsurları; Aleviler, Sünniler ve Kürtleri temsilen çeşitli isimler altında terör örgütleri kurdular. Onların kurgu ve planına göre; DHKP-C ve TİKKO terör örgütleri Alevileri ve solcuları, İslami Hareket, Hizbullah, İbda-C ve Selam Tevhid örgütleri Sünnileri, PKK terör örgütü de Kürtleri Temsil ediyor. Nedense, Masonları ve Sabetayistleri temsil eden bir terör örgütü yoktur.

Gladio’nun “dizayn planına” göre; Aleviler kıyımdan geçirilecekse, DHKP-C ve TİKKO, Sünniler kıyımdan geçirilecekse, Hizbullah, İslami Hareket, İbda-C ve Selam Tevhid, Kürtler kıyımdan geçirilecekse PKK örgütleri hemen devreye sokuluyor. Kanlı bir süreç başlatılıyor.

1971 ve 1980 darbe süreçlerinde sözde sol kimlikli terör örgütleri kullanılarak Aleviler ve Solcular kıyımdan geçirildiler. Bu dönemdeki kıyılanlara ülkücüleri de eklemek gerekiyor. 1980 Darbesinden sonra PKK ve Abdullah Öcalan ismi kullanılarak Kürtler kıyımdan geçirildiler. 28 Şubat darbe sürecinde de Sünniler kıyımdan geçirildiler.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin dağıtılmasından sonra,Uluslar arası Siyonist çetenin planları doğrultusunda; Türk Gladiocu’lar  İslam-İrtica-İran sözcüklerini yan yana kullanarak;  1990 yılından itibaren; Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı gibi laik aydınları öldürerek, bu cinayetleri İslamcıların üzerine yıkarak, laik-antilaik savaşını kızıştırdılar. Sünniler üzerindeki kıyımı hızlandırdılar. Sivas Madımak Oteli’nde Alevileri yakarak, laik-antilaik savaşına Alevileri de dahil ettiler.

“Çakma Operasyonlar”la bu cinayetleri sözde İslami kimlikli; İslami Hareket, Hizbullah ve Selam Tevhid gib örgütlerin üzerine yıkmaya çalıştılar, fakat bunu kamuoyuna yutturamadılar.

                          Gladio-Kontrgerila-Derin Devlet denilen “Çete”nin üç önemli ayağı var;

                           1-Genelkurmay İstihbarat Dairesi,

                            2-Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Dairesi,

                            3- Bunların Emniyet ve MİT içindeki uzantıları.

Genelkurmay “Özel Harp” Dairesi de bu listeye eklense de, onlar daha ziyade “tetikçi” olarak kullanılıyorlar. Esas “organizasyonu” yapan saydığım bu üç birim.

İçgüvenlik Yasası’ndaki, Jandarmanın tasfiyesi yeterli değil. Eğmeden, bükmeden Jandarmanın tamamen tasfiye edilmesi gerekiyor. Nitekim, Faili Meçhul Cinayetleri Araştıma Komisyonu’nun bu yönde de bir talebi vardı. Dün  JİTEM’in, bugün JİT’in karışmadığı, parmağının olmadığı hiçbir yasadışı iş yoktur.

12 Eylül Darbesi’ne kadar terör gerekçesi ile on bine yakın insan öldürüldü. 30 yıldır sürdürülen PKK Sanal Savaşı’nda 50 bine yakın insan öldürüldü. Türkiye’nin trilyonları bu “Düşük Yoğunluklu Savaş” gerekçesi ile Yahudi silah tekellerinin kasasına akıtıldı. Bu pastadan en büyük payı da Türk Gladiocu’ların “ırkdaşı” İsrail aldı.

Bir dönemin “derin” isimlerinden Sıkıyönetim savcılarından Baki Tuğ; Kırmızı Çizgi dergisi haber müdürü İlhami Yangın’a yaptığı açıklamada şöyle diyor;

“Mahir Çayan’ı da Öcalan’ı da finanse eden aynı kişiydi.Bu kişi 12 Mart’ta İlyas Aydın olarak tanınıyordu. 1970’li yılların sonunda ise aynı kişi Pilot Necati Kaya olarak bilindi. Mahir Çayan’a finans desteği sağlayıp, silahlı eylemler yapmaya yönlendiren eski yüzbaşı pilot İlyas Aydın, pilot Necati Kaya takma adıyla Öcalan’ın da örgüt kurmasına ve silahlı eylemler yapmasına destek sağladı ve uzun yıllar beraber çalıştı.”

Gazeteci Uğur Mumcu, bu ilişkilerin peşine düştü, Abdullah Öcalan ile Genelkurmay İstihbarat Dairesi arasındaki ilişkileri tesbit edince öldürüldü.

MİT elemanı Mehmet Eymür ise, Analiz adlı kitabında; “Mahir Çayan ve arkadaşlarını Tokat/Niksar/Kızıdere Köyü’ne yüzbaşı İlyas Aydın’ın götürdüğünü” yazdı. Kızıldere Olayı’nda Mahir Çayan ve arkadaşları öldürüldü. Ertuğrul Kürkçü kurtuldu. Ertuğrul Kürkçü’nun; “Kimse Kızmasın, Kendimi Yazdım” şeklinde anılarını yazması bekleniyor. Kenan Evren ise; “ Kızıldere Olayı”nın, bir “Özel Harp Operasyonu” olduğunu açıkladı.

Darbecilerin yaptığı bir sohbet toplantısında, darbeci İrfan Solmazer şöyle diyor; “Ben İstanbul ve Ankara’da Deniz Gezmiş ve Sarp Kuray’a  mısır patlatır gibi bomba patlattırıyorum.” ( Hasan Cemal, Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım.)

Terörü kimlerin yönettiğine bir örnek de Sivas’tan vereyim;

Sivas Askeri Dikimevi’nde hazırlanan “askeri elbiseler” Nevşehir cezaevine gönderildi. 17 Şubat 1993 günü bu elbiseler tutuklu 18 PKK, DHKP-C ve TİKKO terör örgütü mensubuna giydirilerek, firar ettirildiler ve Sivas’a getirildiler.

Nevşehir firar olayından üç gün sonra da bu sefer “İnfaz koruma memuru” elbiseleri İstanbu/Bayrampaşa cezaevine gönderildi. Yine PKK, DHKP-C ve TİKKO terör örgütü mensuplarına giydirildi, firar ettirilerek onlar da Sivas’a getirldiler.

Bu teröristlerin Sivas’a taşındığı günlerde, onları taşıyan Genelkurmay istihbaratçıları ve işbirlikçi emniyetçiler Sivas Madımak Oteli’ni yakmak için hazırlıklar yapıyorlardı. Bu hazırlıklardan biri de bu teröristlerin Sivas’a taşınması idi. O günlerde; Sivas Kuyumcular Derneği Başkanı’nı da öldürerek, onun servetini ele geçirmiş, bu servetin bir kısmını bu organizasyonlarda kullanıyorlardı.

Bu teröristlerin Sivas’a taşınmasından sonra, Güneydoğu’da bulunan PKK’nın iki numaralı elemanı Şemdin Sakık da Sivas Bölgesi’ne getirilerek, bu teröristlerin başına komutan yapıldı. Bu teröristler, Gladio’cu subaylar  tarafından “Kırmızı Bölge” olarak tanımlanan; Sivas, Tokat, Amasya, Erzincan, Tunceli kırsalında JİTEM subayları komutasında, yıllarca oluk oluk kan akıttılar. Bölge”de bir Alevi-Sünni çatışması çıkarmak için kullanıldılar.

Sivas Madımak Oteli’nin yakılmasından birkaç gün önce kamuoyuna ve basın organlarına gönderilen “İslami Bildiriler” bu askeri istihbaratçılar ve bu Emniyetçiler tarafından hazırlanarak; Sivas Emniyet Müdürlüğü’nün 238537.. numaralı faksından gönderildi. Sivas Madımak Oteli’nin yakıldığı gün; Sivas Tugay ve Jandarma Alay Komutanları; “ bu teröristlerin Zara ve İmranlı ilçelerinde eyleme başladıklarını, askeri birliği o bölgeye gönderdiklerini, bu nedenle, valinin asker isteğini yerine getiremediklerini” basına açıkladılar. Bu beyanlar bir seneryo ve yalandan ibaretti. Aynı Gladio’cular;  Erzincan Başbağlar Katliamı’nı gerçekleştiriken de bu teröristleri kullandılar. Madımak ve Başbağlar katliamı aynı “ekibin” işiydi.

PKK’nın “ateş kes” kararı almasından sonra; “PKK ve Şemdin Sakık “imzası kullanılarak Bingöl’de “33 asker” de bu “ekip” tarafından katledildi.

1993 yılında Sivas’a getirilen bu teröristlerden bazıları, bazı askeri istihbaratçılar ve emniyetçiler tarafından 1999 yılında, Ankara üzerinden Çankırı’ya götürülerek, Çankırı valisi Ayhan Çevik’e düzenlenen suikast olayında kullanıldılar. Olaya TİKKO terör örgütü “imzası” atıldı.

Bu teröristlerin Sivas-Tokat hattında terör estirdikleri günlerde; Ayhan Çevik, Tokat valiliği koltuğunda oturuyordu. Tokat’ta da sık sık terör olayları organize ediliyordu. Hatta, bir gün Tokat valiliğinin bahçesinde bomba patlatarak, “bombanın hedefi vali” açıklaması yaparak Ayhan Çevik’e gözdağı vermişlerdi. Belli ki Ayhan Çevik, “bu çete” hakkında önemli bilgilere sahipti.  

Şemdin Sakık, böbrekleri çürüyünceye kadar “Kırmızı Bölge”deki görevine devam etti. Böbrekleri çalışamaz hale gelince, kendisini yöneten “istihbaratçı subaylar” tarafından Kuzey Irak’a gönderildi, orada teslim alındı. Bu teslim işlemi, kamuoyuna “Müthiş Operasyon” olarak pazarlandı. Hürriyet gazetesi, Sakık’ın “teslim işlemi”ni, “Müthiş Operasyon” olarak manşetten haber yaptı.

Sakık’ın Kuzey Irak’tan getirilmesinden sonra, Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir’in, güya PKK’lı oldukları gerekçesi ile bazı isimleri, Sakık’ın “ifade tutanağı”na eklediği ortaya çıktı. Bu “skandal” kamuoyuna “Andıç Planı” olarak yansıdı. “Andıç Planı” doğrultusunda; Hürriyet gazetesi “baş yazarı” Oktay Ekşi’ye; “Alçakları Tanıyalım” başlıklı bir makale yazdırıldı. Bu makaleden sonra, “Andıç Planı” doğrultusunda; Akın Birdal, Genelkurmay İstihbarat Dairesi elemanı, Kars/Kağızman’lı Semih Tufan Gülaltay’ın “alt tetikçileri” tarafından Ankara’da kurşunlandı. Bu tetikçilerden biri de Selanik’ten getirilip, Sivas’ın Merkez İşhan Köyü’ne yerleştirilen “Selanikli” ailelerin çocuklarından Bahri Eken idi.

PKK ile yürütülen “Sanal Savaş” gerekçesi ile, İsraille “gizli” silah antlaşmaları yapan isimlerden biri de Sabetayist kökenli Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir idi.

Dönemin hükumeti bu firar olaylarının ve Sakık’ın Sivas Bölgesi”ne getirilmesinin üzerine gidebilseydi, Madımak, Başbağlar, Bingöl katliamları gerçekleşmeyecekti. Ayhan Çevik kurşunlanmayacaktı.  Zira, bu teröristlerin bölgeye taşınması bu katliamların ön hazırlıkları idi.

Bu firar olaylarını ve bölgedeki terörü; Genelkurmay İstihbarat Dairesi subayları Albay Tandoğan Koparal ve Binbaşı İlhan Ertekin gibi istihbaratçı subayların organize ettiği iddia edildi. Bu iddialar üzerine Genelkurmay sesini çıkarmadı. Hatta, benim bu konuda; Genelkurmay Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı’na vermiş olduğum onlarca dilekçelerim hakkında da hiçbir işlem yapılmadı. Bu dilekçelerimden rahatsız olan isimlerden biri de o dönem, Jandarma Genel Komutanlığı, İstihbarat Dairesi Başkanlığı koltuğunda oturan Kontrgerilla’cı Ali Akgöz idi. Ali Akgöz paşa bir dönem JİTEM’in patronuydu. Ali Akgöz ve JİTEM’ci Şükrü Anafarta isimleri; İtirafçı-JİTEM’ci Abdülkadir Aygan’ın, “Bir JİTEM’ci Anlattı” isimli kitapta da geçiyordu. Genelkurmay ve Jandarma Genel Komutanlığı’ndaki temaslarım sırasında; bazı subaylar bana; “Hocam, boşa uğraşma, Genelkurmay’ın okeyi ve onayı olmadan, bu istihbaratçı subaylar, bu faaliyetleri yürütemez” dediler. Çünki, çete olayları; Emir-Komuta zinciri dahilinde işliyor. Kamuoyu’da biliyor ki; Genelkurmay İstihbarat ve Özel Harp Daireleri doğrudan Genelkurmay 2. Başkanı’na bağlı olarak çalışıyor, tepede de Genelkurmay Başkanı var. Onların bilgisi ve okeyi olmadan bunca  büyük kanlı olaylar tezgahlanabilir mi? Kim kimi kandırıyor. Bugün Genelkurmay İstihbarat Dairesi ülkede fuhuş, uyuşturucu ve hırsızlık faaliyeti yürütüyor. Fuhuş ve uyuşturucu faaliyetinin amacından biri de “toplumu kontrol altında tutmak.” Bu insanlık dışı faaliyetler  görmezlikten gelinebilir mi? Buna sessiz kalınabilir mi?

Bu istihbaratçı subaylar, bir taraftan kırsalda terörü yönetirken, bir taraftan da  terörün gölgesinde Ankara/Batıkent ve Sivas başta olmak üzere bazı merkezlerde; kendilerine bağlı emniyet mensupları ile birlikte  kadın ticareti, uyuşturucu ticareti ve hırsızlık faaliyeti yürütüyorlar. Sivas/Alibaba mahallesinde bulunan polis karakolunu “üs” olarak kullanıyorlar.

Fuhuş, uyuşturucu ve hırsızlık faaliyetlerinden, Albay Tandoğan Koparal’ın, 100 adet daire ve villa kazandığı iddia ediliyor. Ankara/Batıkent’te bu iddiaları herkes biliyor. Bu dairelerin sayısı, Özden Örnek’in günlüklerinde “52 adet” olarak geçiyor. Bu dairelerin sayısını tesbit ederek, dönemin Genelkurmay başkanına ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e bildiren kişi  ise; Milli Savunma Bakanlığı Teftiş Heyetleri Kurulu Başkanı Albay Belgütay Varımlı. Emekli Albay Belgütay Varımlı’nın Ergenokon Süreci’nde, İstanbul/Kadıköy’deki evinin balkonundan atlayarak intihar ettiği açıklandı. Kamuoyu bu intihar olayına inanmadı. Tandoğan Koparal’ın 100 adet dairesinin varlığı, Genelkurmay başkanlarınca bilindiği halde, hakkında hiçbir işlem yapılmıyor. Çünki, bu “ranttan” sadece Tandoğan Koparal yararlanmıyor. Dikkatinizi çekiyorum; “Ergenokon Operasyonları”nda da “Koparal Ailesi”ne dokunulmadı.

Bu teröristlerin Sivas’a taşınmasından sonra; Nevşehir cezaevi firar olayında parmağı olan, cezaevine bakan savcı Adem Çetiner’de, teröristlerin peşinden, Sivas adliyesine savcı olarak gönderildi. Bu Gladio’cu subayların Adalet Bakanlığı içindeki organizasyonlarını ise, Hakim Abuzer Duran yapıyordu. Ceza İşleri ve Cezaevleri Genel Müdürlüğü makamlarına kadar yükseltildi.Talimatları  doğrudan Genelkurmay İstihbarat Dairesi’nden alıyordu. Adıyaman/Gergerli Hakim Abuzer Duran’ın, aynı zamanda Malatya/Pötürgeli Abuzer Uğurlu ve kardeşleri ile de bağlantılı olduğu iddia ediliyordu.

Nevşehirli Abdullah Çatlı ile bağlantılı; Malatyalı kontrgerillacı’lar; Mehmet Ali Ağca, Oral Çelik, Ömer Mersan, Mehmet ve Hasan Hüseyin Şenel kardeşler, Yalçın Özbey, Yavuz Çaylan ve Hamit Gökenç gibi isimlerin Abuzer Uğurlu ve kardeşlerine bağlı olarak çalıştıkları iddia ediliyordu.

Savcı Adem Çetiner Sivas adliyesinde göreve başladıktan sonra; bu çetenin Sivas adliyesindeki “adli işlerini” takip etmeye başladı. Örneğin benim; çete faaliyetleri yürüttükleri için; Albay Tandoğan Koparal, Binbaşı İlhan Ertekin, Astsubay  Şükrü Anafarta, Şükrü Koparal, Şükrü Gürses, Bayram Tekeli, polis müdürü Zekai Serici, savcı Ömer Kaya, Komiser Mehme Bağır Akkamış, Komiser Mehmet Ali Adıyaman, Komiser Hüseyin Demirel, polis memurları; İsa Elmas ve Tahir Albayrak gibi isimler hakkında yapmış olduğum onlarca şikayet dosyalarının tamamını savcı Adem Çetiner’e kapattırdılar.

Bir bağlantıya daha dikkatinizi çekmek istiyorum; 1978’li yıllarda 12 Eylül Darbesi’nin hazırlıkları yapılırken, Ankara’da peş peşe kanlı cinayetler işleniyordu. Bu cinayetleri işleyen “Gladio tetikçileri”nin üzerine giden  komiserler; Zeki Kaman ve Dürüst Oktay, bu cinayetlerde kullanılan Abdullah Çatlı ve Haluk Kırcı’nın ilişkilerini araştırırken, “Hüseyin Demirel” isminde bir şahsı  tesbit etmişler, fakat bir türlü yakalayamamışlardı. “Hüseyin Demirel” hakkında,  o günlerin Başkomiser’i Zeki Kaman şunları söylüyor;

“Bu olayda -bahsedilen olay; 7 TİP’li gencin öldürüldüğü Bahçelievler katliamı- çok önemli bir sanık var. Katliamı hazırlayıp uygulatan da O’dur. Abdullah Çatlı’nın patronudur. O zamanlar çok üzerine düştük. Yakalayamadık. Savcı Doğan Öz cinayetine de karıştı. O bulunmadan Susurluk da, 12 Eylül öncesi olaylar da çözülemez.”( Kod Adı Susurluk, Fikri Sağlar, Emin Özgönül)

Başkomiser Zeki Kaman’ın bahsettiği “Kontrgerilla tetikçisi” Hüseyin Demirel’in, 1990’lı yıllarda Sivas’ta,  çete faaliyetleri yürüten; Genelkurmay istihbarat subayları; Albay Tandoğan Koparal, Binbaşı İlhan Ertekin, JİTEM’ci Şükrü Anafarta, savcı Ömer Kaya, hakim Atilla Kaya, savcı Adem Çetiner, polis müdürü Zekai Serici, Komiserler; Mehmet Ali Adıyaman, Mehmet Bağır Akkamış, polis memurları İsa Elmas ve Tahir Albayrak gibi isimlerle bağlantılı, Sivas Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık Şubesi’nde görev yapan, Komiser “Hüseyin Demirel” olduğu iddia ediliyor. 1978’lerin “tetikçisi” Hüseyin Demirel’in, kontrgerilla tarafından komiser yapıldığı iddia ediliyor. Sabetayistler’in Derin Devleti “askeri okul” mezunu Aydın Güçlü’yü de vali yaparak, Sivas valiliği koltuğuna oturtmuşlardı. Aydın Güçlü, Emniyet Müdürleri Celalettin Cerrah ve Muammer Öz , o dönemde bu çeteyi koruyor, benimle, bu çete adına pazarlıklar yürütüyorlardı. Hrant Dink’in öldürüldüğü günlerde, İstanbul Emniyet Müdürü olan Celalettin Cerrah, “Hrant Dink cinayeti, üç-beş çocuğun işi” diyerek basına açıklama yapıyor; Hrant Dink cinayetindeki “Kontrgerilla İmzası”nı gölgelemeye çalışıyordu.

Savcı Ömer Kaya, hakim Atilla Kaya, Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Şükrü Kaya, Şükrü Gürses, Bayram Tekeli, komiserler; Mehmet Ali Adıyaman ve Mehmet Bağır Akkamış kontrgerilla’nın “Karslı”lar kolundan.

İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal’ın kurşunlanmasında görev alan Semih Tufan Gülaltay, Adalet Bakanlığı’nda canlı bomba olarak kullanılan Eyüp Beyaz, Cumhuriyet gazetesinin bombalanmsında ve Danıştay saldırısında kullanılan Osman Yıldırım da yukarıda  isimlerini saydığım bu“Karslı”lar ile bağlantılılar ve aynı ekipten. Bu “Karslı”lar, “93 Muhacirleri”nin sabetayist kolundan.  Bu Gladio’cuların Kars/Kağızman da iyi bir yapılanmaları var. “Tetikçi”lerin çoğu da Kağızman’lı. Semih Tufan Gülaltay ve Osman Yıldırım’da Kars/Kağızmanlı. Osman Yıldırım’ı kullanan Gladio’cular; O’nu “itirafçı” yaparak, Danıştay saldırısından kurtardılar. O’na bir de maaş bağlattılar. Osman Yıldırım’ın “yalancı tanıklığı” ile, Danıştay dosyasını, Ergenokon dosyası ile bağlantılı hale getirdiler. Gladio’yu gizlediler. Danıştay dosyasının perde gerisi aydınlatılmadı.

Şemdin Sakık’ı da Osman Yıldırım gibi itirafçılık yasasından yararlandırmak için çabaladılar, kamuoyunun baskısı üzerine bunu başaramadılar. Sabancı cinayetinde ismini ön plana çıkardıkları Mustafa Duyar’ı da aynı şekilde itirafçılık yasasından yararlandırmak istediler, başaramayınca Mustafa Duyar’ı cezaevinde Ergin Kardeşler’e öldürttüler.

Kars/Kağızmanlı Semih Tufan Gülaltay’ın babası, bir dönem, İstanbul’daki “Kağızmanlılar Derneği”nin başkanlığını yürütüyordu. Kars/Kağızman fuhuş, uyuşturucu ve terör olaylarının yönetildiği önemli bir kontrgerilla merkezi. Bazı illerde fuhuş ve uyuşturucu bataklığına çekilen kadın ve kızlar bu çete elemanlarınca Kağızman’a götürülüyorlar. Danıştay “tetikçisi” Kağızmanlı Osman Yıldırım’ın “suç dosyası”nı incelediğinizde, fuhuş faaliyetleri yönünden kabarık olduğunu görüyorsunuz.  İstanbul-Ankara-Sivas- Kağızman arasında ilginç bir “çete trafiği” mevcut.

Kağızman’da  sık sık PKK ve DHKP-C terör örgütlerine  eylemler de yaptırıyorlar. Bu eylemlerden birisini daha yakın zamanda yaptılar; 6 Ekim 2014 tarihinde; Bingöl Emniyet Müdürü Atalay Ülkeri kurşunlayıp, yadımcısı Atıf Şahin ve Komiser Hüseyin Hatipoğlu’nu öldürdükten 17 gün sonra, 23 Ekim 2014 günü, Kars/Kağızmanda “üç PKK’lının öldürüldüğü”, Jandarma komutanlığınca açıklandı. Kağızman ve Kağızmanlı tetikçiler Türkiye’nin gündeminden düşmüyor.

Bu “Karslı”lar özellikle kontrgerilla’nın  “tetikçi” kanadını oluşturuyorlar. Diğer bir kanat ise, “Selanikli”lerden oluşuyor. Her iki kanadın mensupları da “Sabetayist Tarikat”ın mensupları. “Selanikliler” ve “Karslı”lar işbirliği halinde çalışıyorlar; hangi terör olayını, hangi faili meçhul cinayeti, hangi toplumsal olayı, hangi fuhuş olayını, hangi uyuşturucu ve hırsızlık olayını inceleseniz, bu işbirliğini kolayca görebiliyorsunuz. Bir dosyayı aydınlatmak, bütün bu kontrgerilla faaliyetlerine ışık tutuyor.Takip ettiğiniz adres sizi Genelkurmay Karargahı’na götürüyor.

Bu  “Karslı”lar, Ankara/Batıkent’te kadın ticareti, uyuşturucu ticareti ve hırsızlık faaliyetleri yürüten “Koparal Ailesi” ile birlikte çalışıyorlar. Oğul Tandoğan Koparal, Genelkurmay İstihbarat Dairesi subayı.

Koparal Ailesi’de Selanikli sabetayistlerden. Selanik’ten getirilmiş, Nevşehir’e yerleştirilmiş.  Kamuoyunun bildiği gibi, Nevşehir ili de önemli bir “Kontrgerilla Merkezi”. Nevşehirli diğer kontrgerillacı’ların da “Koparal Ailesi” ile ilginç bağlantıları var. 12 Eylül Darbesi’nden bu yana, Nevşehirli  kontrgerillacılar da bütün çete olaylarında karşımıza çıkıyorlar. Karslı, Nevşehirli, Malatyalı ve Erzurumlu “Gladio”cular” arasında ilginç bağlantılar var. Bu organizasyonun merkezi ise; Genelkurmay ve Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Dairesi. Organizasyonlar bu iki daireden yapılıyor ve yönetiliyor.

Gazeteci Uğur Mumcu’nun aracında uzaktan kumanda ile bomba patlattığı iddia edilen Erzurumlu İbrahim Öncül’de Tandoğan Koparal’ın ekibinden. İbrahim Öncül’ün bomba patlattığı gün eski milletvekili Ömer Çiftçi ile de irtibatlı olduğu iddia ediliyor. İbrahim Öncül ve AlbayTandoğan Koparal o dönemde Milli Savunma Bakanlığı İnşaat-Emlak Bölümü’nde çalışıyorlardı. İkisi de Genelkurmay İstihbarat Dairesi elemanı. Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetlerinde kullanılan “ordu malı” C-4 plastik patlayıcının da bu bölümden, bu isimler tarafından çıkarıldığı iddia ediliyor. Bu patlayıcılar; orduda inşaat işlerinde kullanılıyor.

Şimdi soruyorum; yukarıda satırbaşları ile bir kısmına kısaca değinmeye çalıştığım bu ilginç bağlantılar araştırılmadan, bu dosyalar  açılmadan, Abdullah Öcalan, Şemdin Sakık ve diğerlerinin “patron”luğunu yapan askeri istihbaratçılar ortaya çıkarılmadan  “Çözüm Süreci”nin başarıya ulaşması, barışın kalıcı olması mümkün mü? Diyelim ki PKK silah bıraktı, “Çözüm Süreci” başarıya ulaştı. Diğer terör örgütleri ne olacak? Kontrgerilla ne olacak? Kontrgerilla’nın diğer faaliyetleri ne olacak?  Gladio’yu tasfiye etmeden Türkiye’nin hiçbir sorunu sağlıklı olarak çözülemez. Kimse kimseyi kandırmasın.

Türkiye’nin huzur ve güvene kavuşması için acilen; Gladio, Kontrgerilla ve Derin Devlet kod adları ile anılan “Çete”nin tasfiye edilmesi, Bu “Lağım Çukuru”nun deşilmesi, bu çukurdan beslenen sivri sineklerin temizlenmesi gerekiyor. Henüz, Gladio’nun kılına bile dokunulmadı. Gladio tasfiye edilmeden, Türkiye’nin huzura ve güvene kavuşması imkansızdır.

Türkiye’nin en önemli ve öncelikli sorunu, bu çeteyi bağlantıları ile tesbit ederek tasfiye etmektir. Bu tasfiye, “Kontrgerila”cıların “büyük koz” olarak kullandıkları “terör silahı”nı da ellerinden alacaktır.

Milli Güvenlik Kurulu, yanılmıyorsam, 26 Şubat 2014 tarihli toplantısında,  “Çetelerin tasfiyesi” yönünde karar aldı. O karardan bu yana ne hükumet cephesinden, ne de Genelkurmay cephesinden; “Derin Devlet’in tasfiyesi” yönünde hiçbir adım atılmadı. Gülen Cemaati mensupları olarak tanıtılan, Kontrgerillacı’ların, “Kontrgerilla’nın Merkezi”nin okeyi, onayı, işbirliği olmadan o olaylar tezgahlanamaz. Ergenokon Süreci’nde olduğu gibi, yine Kontrgerilla saklanıyor, kamuoyu başka isimlere yönlendiriliyor. İsimlerden ziyade, “Üst Akıl”ın yönettiği “Karagah”ın deşilmesi ve yargılanması gerekiyor. Bu işin başka çözüm yolu yoktur.

Kamuoyu halen Ak Parti hükumetlerinin Gladio, kontrgerilla, Derin Devlet kod adları ile anılan “çete”yi tasfiye etmesini bekliyor.

İsrail ve Amerikan Yahudileri’ne hizmet sunan, uluslar arası  “Siyonist Çete” ile işbirliği yapan, Türk halkının malını, canını, ırz ve namusunu gasp eden, Devletin iliklerine, ve kılcal damarlarına kadar işlemiş; toplumu kontrol altında tutan bu “Derin Devlet Çetesi” neden tasfiye edilmiyor? Kim kimi kullanıyor, kim kimden yararlanmaya çalışıyor.? Türk hükumetlerinin ve Genelkurmay Başkanlarının bu çeteye gücü yetmiyor mu? Gladio ile terör örgütleri arasındaki bağlantılar neden araştırılmıyor? Faili meçhul cinayet dosyaları, Madımak, Başbağlar, karakol baskın dosyaları, fuhuş ve uyuşturucu dosyaları neden açılmıyor? Kim kimin kuyruğuna basıyor?

 “Çetelerin tasfiyesi” kararının altında imzası bulunan Genelkurmay Başkanı Necdet Özel; doğrudan kendisine bağlı; Genelkurmay İstihbarat  ve Özel Harp Daireleri içindeki Gladio yapılanmasını neden tasfiye etmiyor? Yoksa bu faaliyetler; “çete faaliyeti” olarak görülmüyor mu? Bu “askeri çete”nin dokunulmazlığı mı var? Gizli bir yasası mı var?

Bazı askeri istihbaratçıların; kadın ticareti, uyuşturucu ticareti, silah ticareti, hırsızlık faaliyeti yürütmesi, terör örgütü kurup yönetmesi, faili meçhul cinayetler işlemesi, toplumsal olaylar tezgahlaması…Hangi yasalarımızda mevcut? Bu çeteciler bu görevi ve yetkiyi hangi yasadan ve kimden alıyorlar? Bunca yaşanan olay görmezlikten gelinebilir mi? Bu kadar kanlı olayın üzeri örtülebilir mi? Genelkurmay Karargahı’ndan yönetilen bu yasadışı faaliyetlerin Genelkurmay Başkanları’nın bilgisi dışında yürütüldüğü kabul edilebilir mi? Buna kim inanır?

Nitekim, bu gün kamuoyunda bu faaliyetlerin, Genelkurmay Karargahı’ndan yönetildiği algısı güçlü bir şekilde sürmektedir. Kamuoyundaki bu algıyı iyi okuyan eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, yapmış olduğu bir basın toplantısında;

“Genelkurmay Karargahı bir suç merkezi değildir” demek zorunda kalmıştır. Gladio tasfiye edilmeden, Derin Devlet denilen “Lağım Çukuru” deşilmeden “yeni ordu ve yeni Türkiye” nasıl kurulacak? Bu “lağım çukuru”nun üzerine yeni bir bina nasıl inşa edilecek?

Siyasi partileri, basın organlarını ve kamuoyunu, Derin Devlet’in tasfiyesi yönünde baskı oluşturmaya, çaba sarf etmeye davet ediyorum. Bu konuda atılacak her adım ülkemizin, milletimizin selameti için olacaktır. Selam ve saygılar sunuyorum.

                                                                                                                                            Salman Yüksel/Emekli öğretmen/Sivas